Adalar’da atların akıbetine dair içeriden bir görüş

Last Updated on 21 Eylül 2019 by Yaşar Çelik

ADALAR ve ATLI FAYTONLAR

Adalar’daki atlı faytonların kalmasını isteyenlerle kaldırılmasını isteyenlerin arasındaki fark, hangisinin atların hayat hakkını “hakikaten” savunduğuyla ilgilidir.

H.Cevad Özdil

Adalar’daki fayton tartışmaları cumhurbaşkanlığına kadar gitti, meclis komisyonuna havale edildi. Meclis komisyonu Adalar’a da geldi. Yıllardır faytonlar konusunda görüş geliştirip uğraşan, hatta fayton kullanım yönetmeliği dahi yaptığı halde hiçbir kurumca dikkate alınmayan bizleri komisyon da dikkate almadı.

Atlı fayton olgusunu, türlü çeşitli hayvanseverler ve hayvan hakları savunucuları, çeşitli etkinliklerle atların acı ve can çekerek ölmelerini (can çekişerek ölümün pornografisi şeklinde) çeşitli yayınlarla teşhir ederek sağladılar. Hepsi birer, hayvansever duayen “Panter Emel” gibiydi, kendileriyle ne kadar iftihar etseler az. Yıllardır faytonları savunanlar ise siyasal/toplumsal herhangi bir erkleri olmadığı için, seslerini yerel-merkezi kamu idarelerine duyurmakta başarısız kaldılar, kaldık.

Bu hakikati bilerek, kabul ederek başlarken söyleyeceğimiz şudur:

Biz, Adalar’daki hayatı olumsuz etkileyen bugünkü irili ufaklı bütün şartlara teslim olmaktan değil, onları düzelterek değiştirmekten yanayız. Eğer böyle düşünmüyorsanız, şartların değişmezliğini kabul edip de bir şey değişmez diyorsanız, bu yazının gerisini okumayınız.

Hemen şunu söyleyelim: Yazlıkçı ve yerli adalı bir kesim, şu tür şikâyetlerle atlı faytonların kaldırılması gerektiğini öne sürüyorlar.

Atların büyük-küçük dışkıları her tarafa atılıyor, bütün adalar mok kokuyor. Faytoncular eşkıya gibi, bir karış sakalla pejmürde kıyafetlerle dolaşıyorlar, kaba saba, ne konuştuğunu bilmeyen, fahiş fiyatlar isteyen mafyalaşmış bir gruptur. Daha fazla iş yapmak için atları sürekli kamçılayıp son hızla gidiyorlar. İş kaçırmamak için 5-6 kişi alıyorlar. Sadece meydanda değil, bir an evvel iş alabilmek için her yerde sıra yapıyorlar. Bize değil Araplara hizmet ediyorlar.

Benzeri şikâyet ve sorunlar yerel-merkezi idarenin Faytoncular Odasını da katarak;

(ve istendiği takdirde “İstanbul Adaları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği”, “At, Ada, Biz Platformu”, “Atlı Ada İnisiyatifi” gibi kuruluşların verecekleri gönüllü destek ve katkılarla) alacağı tedbirlerle kısa vadede çözülecektir.

Bu sebeple yazıda bu sorunların çözümüne değinmeyeceğiz. Aslında bu yazı, daha ziyade hayvansever ve hayvan hakları savunucularının iddialarına yönelik olacak.

HAYVANSEVERLERİN İDDİALARI, CEVAPLARIMIZ, SORULARIMIZ

Atlı fayton karşıtı hayvansever ve hayvan hakları savunucularının, faytondan yana olanlara karşı başlıca suçlamaları şöyle: “Atların hayat hakları, özgürlüğü ihlal ediliyor, sömürülüyor; siz faytondan yana olanlarsa, vicdansızca buna alet oluyor, atların acı çekmesine göz yumuyorsunuz, bu konuda öne sürdüğünüz sebepler de yanlış, mantığa aykırıdır.”

Oysa atlı fayton savunucularının derdi de, atların hayat hakkını ve hayatın içinde olmalarını istemektir; yoksa taksi olarak kullanıp gösteriş yapmak değil. Hiçbirimizin faytonu veya ortaklığı yok. Ayrıca faytoncular da sadece kazançlarını düşünen, atların hayatlarını düşünmeyen gaddar insanlar değillerdir.

Demek ki aramızda farklı bilgilerden kaynaklanan, bugünkü durumu kabul edip etmemekle ilgili uzlaşmaz bir çelişki var. Bu çelişkiyi gidermenin imkânı da yok. Zira iki taraf da kendisinin atların hayat hakkını savunduğunu iddia ediyorlar. O halde, iddialar ile karşı iddialara bakalım.

Elbette atlı faytonların sorunları çok. Çok ama, kaldırılmasından yana olanların derdi, bu sorunların çözülmesi değil, toptan kaldırılmasıdır. Böylece hiçbir sorun kalmayacak, atlar sömürülmeden, hayat haklarından mahrum kalmadan özgür yaşayacaklardır.

İlk sorumuz şu olsun:

Faytonlar kalkarsa atların hayat hakkının sağlanacağının garantisi var mı? Hiçbir garantisi olmadığını biliyoruz. “Devlet bakar, sponsor bulunur, terapide kullanılır, çocukların atı tanıması ve binmeyi öğrenmesinde değerlendirilir, koca ülke 1800 ata mı bakamayacak, 900 ilçe var verirsin her ilçeye iki at, bitti vb.” gibi yuvarlak laflarla garanti verilemeyeceğini biliyoruz.

Daha önce bir hükümet yetkilisinin telefonuyla 200 atın adalara getirilmesine izin verilmişti. Böylece fayton atlarının politik oyuncak haline getirileceğini anlamıştık. Ama atlar hiç olmazsa adalara gelebilmişlerdi. Daha sonra ise, paraları ödendiği ve bir buçuk ay karantinada tutuldukları halde ruam hastalığı öne sürülerek Adalar’a sokulmayan 200 atın akıbetini Faytoncular Odası bilmiyor, biz de öğrenemedik, şayia muhtelif. Peki ne olduklarını hayvanseverler ve Adalılar biliyor mu? Tabii ki bilmiyorlar fakat istedikleri olmuş, atlar adalara sokulmamıştı.

Bu yıl yerel seçim dolayısıyla adayların kamuoyuna verdikleri sözlerin gereği, İzmir ve Antalya’da kaldırılan faytonlardan çıkan 55 atın beslenebilmeleri için, sosyal medyada İzmirli bir hayvansever hanımın yana yakıla bağış istemesi gözümüzün önündeyken, soyut laflarla atların özgürlüğünden, hayat hakkından bahsedilemez. Çünkü öyle kolay olsaydı eğer, hayvanseverlerin 200 atın(*) akıbetinden, 55 atın aylarca ne yediğinden haberleri olurdu. Eğer ‘Saldım çayıra mevlam kayıra’ demiyorsak somut duruma somut çözüm lazım geldiği bilmeliyiz, bilmelisiniz.

(Geçerken bir parantez açalım: İnsana da bulaşan, bu sebeple TBMM heyetinin bir de halk sağlığına gönderme yaptığı şu ruam hastalığına değinmesek olmaz. Ruam hastalığı bulaşıcı, öldürücü fakat teşhisi, tedbiri bilinmez bir hastalık değil. Şartları ona göre oluşturup uygularsanız hastalık görülmez. Devletin hangi şartları sağlaması gerektiği fakat Adalar’da bunların hiçbirinin sağlanmadığını öğreneceğiniz adresi verelim.

www.hayvansagligivezabitasi_yonetmeligi.pdf

Bir de şu soruyu sormamız lâzım. Bugüne kadar kaç at ruamdan ölmüştür, bilen var mı? Tabii ki yok. Sadece kendinden menkul yaklaşık rakamlar.

Peki, Adalardaki bugünkü olumsuz şartlara rağmen ruam bulaşmış insan var mı, biliyor muyuz? Bir kişiye bulaştığı iddia edildiğini duymuştuk. Zaten iddiadan öte olsaydı, hayvanseverler hemen bizi bilgilendirirlerdi. Bu arada söylemek lâzım ki, tek tırnaklılarda olduğu gibi, çift tırnaklılarda, ayrıca kedi ve köpekte de ruam görülebiliyor.)

SORULARA DEVAM EDELİM

Aklımıza gelen şu sorular da var: Faytonları kaldırdık diyelim. Atlara kim, nerede bakacak? Faytoncular Odası verilerine göre, Adalar’da 1800 at var, günlük yiyecek masrafları 90 bin lira, yıllık masrafları toplam 33 milyon liradır. Aylık asgari ücretin 2 bin 200 lira olduğu bir ülkede, ayda 2 milyon 700 bin liradan bahsediyoruz. Atların çalışmasından başka bu gideri karşılamaya matuf somut cevap var mı?

1800 atın, sadece yem gideri olan yıllık 33 milyon TL’yi göz önünde bulundurursak, atların sağlıklı koşullarda yaşaması/çalışması kolektif/kamusal bir yapılanma olmaksızın mümkün mü?

Faytoncuların “atsever”, “iyi” insanlar ya da gözünü kâr hırsı bürümüş, atların canını umursamayan gaddarlar olması ikileminden öte, bugünkü şartların bir sistem sorunundan kaynaklandığını kamu idareleri ile hayvanseverler niye bilmezden gelmektedirler?

Peki, merkezi-yerel kamu idareleri Faytoncular Odasını da katarak faytonculuğu iyileştirecek yapılanmaya yıllardır niye gitmiyor? Kamu idarelerinin bu boşvermişliğine rağmen atlarda hala anormal bir kayıp olmuyor. Şu sorulabilir, kaybın normali olur mu? Maalesef oluyor. Sadece at biniciliğinin öğretildiği kulüpler de bile, çeşitli sebeplere bağlı olarak bir yılda atların % 10’u ölebiliyor.

Ayrıca sorularımız bu kadar da değil. Diyelim çayır çimen büyük bir alan bulundu. 1800 at yılkıya bırakıldı. Atlara ehil olan kaç kişi bakacak, istihdamı kimler karşılayacak? Yılkıda kaç atın aç kalacağını, hasta olacağını, ölebileceğini kimler, nasıl bilecek, kimler defnedecekler?

(Bir parantez daha açtık: Sokaklarımızda “özgür ve sömürüsüz” yaşayan kedi ve köpeklerden kaç tanesi ortalama ömrünü tamamlayarak ölüyor, biliyor muyuz? Ya evimizdekiler? Kedi köpekler çalıştırılmadıkları halde ölebiliyor fakat atlar çalıştırıldıkları için ölüyorlar, değil mi? Benim bahçemde bile 6 kedi kabri var, biri yaşlılığa, diğerleri 0,6-3 yaş arasındayken öldüler, hem de veterinere binlerce lira vererek sürekli gözettiğim halde. Çalıştırmadığımız kedi köpeğin hastalığını anlamakta, sağaltmakta güçlük yaşayan bizler, çalıştırılmadığı için sahibi de olmayan atları düşüneceğiz, öyle mi?)

Doğru yanlış, atlar tarihi süreçte insanla birlikte yaşayan canlı varlıklar haline getirildiler. Atların, nesiller boyu olduğu gibi bugün de insan eliyle beslenerek, insanla birlikte yaşayıp çalışarak var olacaklarının farkında olmalıyız.

Onları doğaya saldığımızda açlık, susuzluk, hastalık gibi; yaşadıkları yerlerden tarlaya, bağa bahçeye inip tarıma, hayvana zarar verdiklerinde çiftçi, köylü ve devlet eliyle öldürülmek gibi; güncel tehditler nedeniyle akıbetleri belirsiz bir yolculuğa çıkarmış olacağımızın da bilinmesi lâzım.

Doğaya salındıkları için başlarına bunlar gelebilecek atların; Adalar’da kaza geçiren, ölen, tırnak atmaktan dolayı bilekleri yaralanan, düştüğü yerden kalkması için tekmelenen atlarınki gibi boy boy fotoğrafları yayımlanmadığında, bunların olmadıklarını mı kabul edeceksiniz veya bizim de öyle kabul edeceğimizi mi düşünüyorsunuz? Güya “özgür ve sömürülmeden” gözlerimizden ırak olunca, mutlu mesut yaşadıklarına inanmamızı mı bekliyorsunuz?

Ayrıca yılkı atlarının doğada sürüler halinde bulunduklar,sürülerde aygır, kısraklar ve gençlerin olduğu, rekabetle sürüden ayrılan genç aygırların çevresinde yeni sürüler oluştuğu göz önüne alındığında; hiç sürüsü ve doğada yaşama tecrübesi olmayan bu 1800 atın, doğaya salınması sürecinde çıkacak kargaşa ve şiddetli çatışmalarla, Adalar’da olduğu söylenen eziyet, sakatlık ve ölümlerin daha fazlasının olacağının da bilinmesi lâzım. Süreç içinde de yaralanan ve ölen atları kimler bulacak, hangi veterinerler tedavi edecek, ölenleri kimler defnedecek?

Özetle atlar filmlerde gördüğümüz gibi, büyük otlaklarda kah otlayarak kah doludizgin koşarak, insan bakımı olmadan sağlıkla yaşamaları zor hayvanlardır ama görmediğimiz için biz öyle yaşadıklarını sanırız.

Şüphesiz gerekli özen gösterilmezse insanla birlikte olsalar da sağlıklı yaşayamazlar. Söylemiştik, atlar insanlarla birlikte yaşayacaklarsa insanla birlikte çalışacaklar, insanla birlikte geçinecekler.

Sağlıklı yaşayabilmeleri için nasıl çalıştırılmaları gerektiği yasa ve yönetmeliklerde zaten bellidir. Bu, yüzde yüz kamu idareleri yetkililerin ve sonra faytoncuların, sonra Adalıların ellerindedir.

Yetmiyorsa ek yasa ve yönetmelik çıkarırsınız, ek denetim yaparsınız, bunları atın insanla birlikte çalışarak ömrünü kaliteli tamamlaması esasına göre yaparsınız. Atlı faytonun tüm sistemini de böyle kurgularsınız.

Eğer bu kolay uygulama için yapılamaz diyorsanız, faytondan çıkacak atlara da hiç bakamazsınız. Çünkü bunları yapmak, bilinmeyeni keşfetmek değil, bilineni uygulamak olduğu için kolaydır.

Bunlar yapılmaz da atlı faytonlar kaldırılırsa veya göstermelik sayıda bırakılırsa, adalardan gönderilen atların vebali hayvanseverler ile kaldırılmasını onaylayan yetkililerin olacaktır. Böyle biliniz.

Atlı faytonlar hayatı yavaşlatır. Hızı bellidir, artıramazsın. Adalar’daki hayatın hızlı akmasının adalara faydası olmadığı gibi, ada sosyal hayatına da yok. Hızlı yaşamak isteyen, hayatın hızlı yaşandığı İstanbul’da birçok yer bulabilir. Bırakalım da ada hayatı hızdan “mahrum” kalsın. Tabii anakaranın kaosunun Adalar’a yerleşmesini istemiyorsak.

Bugün o kaos, adaları teslim almak üzere. Kamu idarelerinin tümünün boşvermişliği sebebiyle Adalar’da salgın/saldırı haline getirilmiş olan akülü motorlu araçlar öne sürülerek, “zaten Adalar’daki hayat hızlanmıştır, faytonlar olduğu halde akülü/motorlu araçlar adalara dolduğuna göre, faytonlar bunları engelleyemiyormuş” demek, hem teslimiyetçi bakıştır hem akülüleri onaylamış olmaktır. Adalar’da bu araçların kullanımı yasaktır. Yasağa rağmen Adalar’da kullanımlarının, yolları işgal etmelerinin, olağanüstü bir trafik yaratmalarının tek sebebi, yerel-merkezi kamu idarelerinin boşvermişliğidir.

Ayrıca, söylemek lâzım ki, akülü araçlar yasa ve yönetmelik gereği yasak olmasaydı da adalarda yasaklanmalıydı. Slow City “Yavaş Şehir” demeye bayılıyoruz, sonra da “atlı fayton istemiyoruz” diyoruz. Adalar’daki hayatta 150 yıldır atlı fayton var. Tek atlı arabalar da vardı. Bir atlı arabayla hem at hem ailesi geçiniyorlardı. Kime dokundu bilemiyoruz, şehirde atlı araba kullanılamaz, yasaktır diyen “biz yaptık oldu” mantığıyla kaldırılıverdi. Arabaların atları ne oldu? Biz biliyor muyuz? Hiç konu edildiğini duymadık.

Atlı arabaya uygulanan yasağın akülülere uygulanmaması, sizce de düşündürücü değil mi? Adalarda sadece yaya, sahipli bisiklet, faytonlar ve atlı arabalar vardı, yine öyle olmalı. Benim gibi 50-60-70 yıldır Adalar’da yaşayanlar bunları iyi biliyorlar zaten.

Şimdi olsa olsa şöyle bir farktan söz edilebilir. Eskiden önemsenmediği için akla gelmeyen, fakat artık düşünülmesi gereken yaşlılar ile sakatların evlere hapsolmaması gereğidir. Bunun çözümü de öyle ilk aklımıza geldiği gibi, “getirirsin tramvayı veya lastikli 8-10 kişilik akülü aracı hem de toplu taşım yapmış olursun” demekle olmaz. Toplu taşımın ulaşmadığı yerlerdeki yaşlı ve sakatlar için ne yapılacağının ortaklaşa düşünülerek bulunması lâzım.

ATLI FAYTONLARIN YAPILAŞMAYA ETKİSİ VAR MI?

Atlı faytonlar, akülüler veya ringli toplu taşıma araçları gibi dik yokuşlara, tepelerdeki orman alanlarına ulaşamazlar. Ayrıca tepelerde daire fiyatları aşağılara göre daha ucuz olsa da, inşaat maliyeti daha fazladır. Dolayısıyla, tepelerdeki orman alanlarında bulunan özel arsalarda yapılaşmanın, ulaşımı kolaylaştırmadıkça önemli bir cazibesi yok. Peki, tepelerde ev yok mu? 19. yüzyıl sonlarında yapılmış tek tek konaklar dışında, müslümanların Adalar’a göçüyle oluşan ihtiyaca binaen tepelerdeki ucuz arsalara tek ve iki katlı evler yapılmıştı. Ayrıca, 1950’den sonra gelir seviyesi düşük olanlar Hazine ve orman alanlarına gecekondular da yaptılar. Adalar’daki yapı stokunun yerleşmesine bakılırsa, bu fark görülür. Dolayısıyla kolay ulaşılamaması buralardaki yapılaşmaya hafifsenmeyecek engel oluşturmuştur. Akülü ve ringli toplu taşımanın buralara ulaşımı kolaylaştıracağını söylemeye  gerek var mı?

Bu tür yapılaşmayı kamu idareleri engellesin, demek de kaçak güreşmektir. Kamunun böyle bir derdi var mı? Olsaydı, Adalar bu hale gelmezdi. Olsaydı, imar barışı getirilmezdi. Olsaydı, 12 Eylül’den sonra, imar planı olmadığı için, “geçici imar şartları” adı altında müteahhitlere gün doğurulmazdı. Şimdi de 1/5000 ve 1/1000 imar planının iptal edilmesi üzerine yine, “geçici dönem yapılaşma koşulları” gibi bir cinayet düşünülüyor olmazdı.

Özetle, zor ulaşacağın yere veya yürümeyi göze alamayacağın yere ev yapmazsın. Müteahhit de yapmaz.

Ayrıca, atlı faytonlar olmasına rağmen Büyükada’da Seferoğlu’ndaki binalar ve otelin yapılmış olduğunu öne sürmek de anlamlı değil. Seferoğlu eskiden beri faytonların rahatça gidebildiği bir mesafedeydi zaten. Ayrıca bunların yapılmış olması yerel-merkezi idarelerin basiretsizliğindendir. Yani, bunları örnek göstererek, “faytonlar olmasına rağmen yapılaşma oluyor” demek herhangi bir iddianın ispatı değildir.

ATLI FAYTONLAR ve TURİZM

Atlara eziyet çektirdiği söylenen iç ve dış turizmin Büyükada’da yoğunlaşması yanlış turizm politikasındandır. Adalı kuruluşlar diğer adaların da turistik tanıtımını daha fazla yapmalılardı. Turizm şirketleri, İstanbul Kalkınma Ajansı, Türsab ile bu yönde ilişki kursalardı. Yanlış yapmışlar ve bu yanlış misliyle adalara geri dönmüştür.

Fakat bugün bile Büyükada’daki bu olağandışılığının önlenmesi mümkün. Aklımıza tabii ki, 80 sene öncesinin iskelelerde yapılan kıyafetli -kıyafetsiz ayrımını önermek gelmiyor, fakat bugün bunu istediğimiz gibi bir söylemi gündeme getirip fayton yanlılarını itibarsızlaştırmak hiç hoş değil.

Birçok yöntem olduğunu bu işlerle uğraşanlar muhakkak bizden iyi bilirler. Buyurun, size bir yöntem önerelim: İç ve dış ziyaretçiler biletlerini, en fazla iki tane olmak üzere, internetten alırlar, toplu bilet alınamaz. Her sefer için istiap haddine uygun sınırlı sayıda bilet satılır. Sefer sayısı belli, bilet sayısı belli, hepsi bu kadar! Böylece Adalar’a gelen turist sayısı her yıl artmaz, bilakis düşer.

Ayrıca atların sağlığı açısından faytonların büyük tura girmesi bariyerle yasaklanır. Sadece yayalar ve bisikletler büyük tura girebilirler. Gücüne kuvvetine güvenen yapsın turunu. Turistlere toplu taşımla hizmet vermek, aynı zamanda tepelerdeki ve ormanlık alanlardaki, örneğin büyük turdaki özel mülkiyet alanlarına ulaşımı da sağlayacağı için böyle yerlerdeki yapılaşmayı özendireceğini ıskalamamak gerekir. Çünkü toplu taşımın en azından pik saatlerde ring yapacağı için, bu alanlara sağlanacak gidiş dönüşler buraların yapılaşma cazibesini artıracaktır.

Bu önlemlerle bile ziyaretçi sayısı bugüne göre azalır. Ziyaretçi sayısı azaldığında otel, motel, pansiyon sayısı, lokanta sayısı, kiralık bisiklet sayısı da kendiliğinden azalır. Kıyı işgallerine de son verdiniz mi, Adalar’a sadece faytona binmek için değil denize girmek için de gelinir.

Öte yandan, Adalar ekonomisinin artık bu ziyaretçilerle döndüğünü söylemek de manasız. O zaman insana sormazlar mı, sizin lokantanız mı var, yoksa moteliniz mi, yoksa kafeniz mi var, yoksa kıyıdan çevirdiğiniz plajınız mı, yoksa Orman İdaresi’nden kiraladığınız mesire yeriniz mi? Eğer yoksa bunları dert etmeyin, olanlar etsin! Bunlar için işleyen ekonomi de artık dönmesin.

Adalar ekonomisini bunlar döndürmüyor, bunlar başka alanlara hizmet eden rant yaratıyorlar. Bisiklet kiralayanların, lokantası ve moteli olanların bir kısmı bir süre sonra bir tane daha açıyorlarsa, daha sonra müteahhitliğe başlıyorlarsa, bunların Adalar’ın ekonomisi için yararlı olduğunu söylemek, Adalar’ın içine edilmesine onay vermektir. Adalar eskiden böyle “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” sistemiyle kapitalist saldırıya açık yerler değildi, şimdi de olmamalıdır; hele hele Adalar’ı rant kapısı olarak görmeyenlerin bu durumu öne sürmesi, bu şartlara teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Bizzat yaşayarak gördüğüm üzere; 30-60 sene öncesinde Adalar esnafı aç mı kalıyordu, ekonomi yok muydu, marketler mi vardı? Bunları bırakalım artık, hiçbir geçerliliği yok çünkü. Evet Adalar, Adalar olmaktan çıkarıldı, duyarsızlıktan, umursamazlıktan, boşvermişlikten, yasa ve yönetmelikleri uygulamamaktan.

Eğer bunların devam etmesinden yanaysanız ve bunların yarattığı sonuçları göstererek “faytonlar olmuş olmamış fark etmez” diyerek kaldırılması gerektiğini öne sürmeniz iyi niyetli değildir.

ATLI FAYTONLAR DEĞİL AT KÜLTÜRÜ MİRASTIR

Atlı faytonlarla ilgili olarak kültürel mirastan söz etmiyorum, çünkü kültürel miras insan merkezli bir tanımlamadır. Fakat Adalar’da elbette sosyo-kültürel, tarihi, ekolojik, mimari miras var. Kaderlerine terk edildi, ama hâlâ var. Adalar’a akın önlenemezse bunlar da kalmayacak. Bu yüzden üzerlerine titriyoruz, ilgileniyoruz, ama gücümüz az. Gücümüzü artırmak için birçok yayınlar yapıyoruz, ama yanımızda hiç hayvansever ve hayvan hakları savunucusunu görmüyoruz. İnanılacak şey değil ama böyle.

Şüphesiz insan merkezli olmayan kültür yok. Şimdi at kültüründen bahsetsem o da insan merkezli olacak. Bahsetmeyeceğim, çünkü insan merkezliliğine takılıp, mazrufuna değil zarfı üzerine yapılacak demogojiye fırsat yaratmak istemiyorum. At kültürümüzü, tarihini merak eden kolayca bulur öğrenir.

ATLARIN SÖMÜRÜLMELERİ VE KÖLELEŞTİRİLMELERİ

Atların sömürülmesi ile özgürlüğü bahsinden de birkaç cümle etmem gerekiyor. Zira bunlar hayvanseverlerin ve hayvan haklarını savunucularının en önemli argümanlarından.

İnsan (sapiens/modern insan) on binlerce yıldır dünyanın hâkimi. Dolayısıyla, hem kendi cinsi (isterseniz tür deyin) hem diğer cinsler üzerinde her şartta ve zamanda hâkimiyet kurmuş, kurmaya devam ediyor.  Bu sorunsalın iki yanı var: Biri bu hâkimiyet, diğeri insanın tarihsel süreç içinde ayrı bir tür haline gelmesi. Somut durum bu.

Bu olguları dikkate alarak sorarsak, “öznel/nesnel olarak hâkimiyetimiz altındaki diğer canlı varlıklarla ilişkilenmemiz özgür ve sömürüsüz şekilde nasıl olacak?” sorusu önem kazanıyor.

Tarihi süreç içinde birlikte yaşarken, açlığı gidermek için birbirimizi yiyerek karınlarımızı doyururken, insan ayağa kalkıp ateşle birlikte alet yapmaya başladıktan sonra, bilhassa buğdayı ve bitkilerin doyuruculuğunu keşfettikten sonra, kültürlerini yaratarak diğer canlılara üstünlük kurdu, artık kendini yedirmiyor, diğerlerini yiyordu. Fakat yaşamın birlikteliği yine de sürüyordu. İnsanın hayvandan ihtiyacına göre yararlanmasıyla bu durum “idare ediyordu”.

Fakat insanın kapitalist sistemi keşfedip endüstriyel üretime geçmesiyle bu “idare eder” durum da son buldu. Bundan sonra beraber değil, bütünüyle insan merkezli bir hayata geçildi. Bu, insanlarla diğer canlı varlıkların kökten kopuşuydu. Artık çeşitli saiklere bağlı olarak ihtiyaç dışı, sadece kâra dayanan üretim ve satımı öngören bir üretim nesnesi haline dönüştü diğer canlı varlıklar.

Buradan Adalar’a, atlara gelirsek; birlikte mi yaşayacağız ayrı mı? Bugünkü olumsuz fayton sistemine teslim olmadan, onu değiştirerek insani/hayvani şekle yükseltip birlikte yaşamayı öngördüğümüzde, bu durum, hayvanseverlere göre atların “özgürlüksüz” ve “sömürülerek” yaşamaları manasına geliyor.

Peki, ayrı yaşayalım. Bu durumda iki seçenek çıkıyor karşımıza. Ya yılkı sisteminde “kontrollü” bir hayatla beslenecekler; veya tamamıyla kendi hallerinde “tam özgür ve sömürüsüz’ insanlar tarafından beslenmeden yaban hayatı yaşayacaklar.

Şimdi bu iki yola bakalım.

1) Eğer yılkı sisteminin ne olduğunu biliyorsak, yine insan kontrolünün gerektiğini, pratiğin de bize gösterdiği gibi, yine özgürlüklerinin ve bazı durumlarda hayat haklarının dahi engellenmesinin gerektiğini de bilmemiz lazım. Zira, fazla üremelerinin engellenmesi, dengenin korunması, bağa bahçeye, tarla tapana zarar vermelerinin önüne geçilmesi lâzım. Yani, bir süre önce Konya’da olduğu gibi kamu idaresinin izniyle yılkı atalarının bir bölümünün öldürülmesi (onlar itlaf diyorlar) gibi.

2) Ayrı yaşayarak insan tarafından “özgür ve sömürüsüz” hayatları için diğer seçenek, insandan uzak Savannah ormanı büyüklüğünde bir otlakta (bulduk diyelim), kendi hallerine bırakmak. Varsayalım, olduğu gibi kendi hallerine bırakıldığında özgür olacaklar mı?

Nâzım’ın vatan hainliğiyle suçlaması üzerine yazdığı şiirini biraz değiştirerek söylersek; ”Özgürlük Savannah’ta gebermekse açlıktan, sömürülmeden yaşamak soğukta titremek ve hastalıktan kıvranarak ölmekse eğer, söylemekten kaçınamayacağım, bırakın atlar ‘özgür’ olmadan ve ‘sömürülerek’ yaşasınlar”.

Bu önermeler beğenilmediyse rica ediyorum, atların özgür ve sömürülmeden yaşamaları için, fakat “insan bağlamlı olmayıp, doğasal, doğal, yaban, yabanıl bağlamlı bir çözüm” bulun. Ben katılacağım, atlı fayton sevenler de katılacaktır eminim.

(*)

Adalar’dan kurtarılan (!) garipler